Pırlanta Güvencesi
Certified Diamond, sahip olduğunuz Koçak pırlantaların kalite ve orijinalliğini güvence altına alır. Siz de pırlantanıza özel Certified Diamond kodunu kullanarak web sitemizden dilediğiniz an eşleşme kontrolü yapabilirsiniz.
Bir mücevherin ilk olarak nasıl ortaya çıktığını, nasıl keşfedildiğini veya nasıl değer yüklendiğini hiç merak ettiniz mi? Bu soruların cevabı ve daha fazlasını içerisinde barındıran mücevherlerin M.Ö başlayan yolculuklarına gelin birlikte göz atalım.
Mücevherin tarihi günümüzden yaklaşık 30 bin yıl kadar önce Üst Paleotik Çağ’da başladığını söyleyebiliriz. Değerli taş ve madenlerden oluşan mücevherler, ait oldukları dönemin sanatsal üslubunu yansıtmış, güzelliğin simgesi ve iktidar sınıflarının toplumsal durumunu sergilemesinin bir aracı olmuştur.
İnsanoğlunun kullandığı ilk mücevher taş devrinden erkeğin hayvan derisinden bir kaytana geçirilen renkli bir deniz kabuğu olduğu söylenir. Aradan çağlar geçtikçe, insanoğlu yeni madenler keşfettikçe ve bunları duygusal birtakım güdülerle işleyip taktığı çeşitli süs eşyaları yapmaya devam etti. Bu nedenle de mücevherin insanlık tarihi kadar eski bir geçmişi var demek yanlış olmayabilir.
Dinsel nedenler, kendini beğendirme çabasının sonucu olarak insanın ilgisini sürekli çeken takıların ilk örnekleri taş, kemik, deniz kabukları ve fildişinden yapılırken; maden işçiliğinin başlamasıyla bunların yanı sıra tunç, gümüş, elektrom ve özellikle altın aksesuarlar yoğunluk kazanmıştır. Önceleri din, tılsım, büyü, uğur gibi kavramların etkisi ile başlayan takı takma, dönem dönem bu anlamlarının yanı sıra, ölü hediyesi, tanrılara sunu, zenginlik ifadesi, hediye ve güzel görünmek gibi amaçları da kapsamaktadır.
Mücevherler tarih öncesi çağlardan, tarih çağlarına ve günümüze kadar uzanan, tarihi, arkeolojiyi, doğuyu ve batıyı, bütün dini inançları da içine alan çok geniş kapsamlı bir sanat örneğidir. Tunç çağı başlarından itibaren altın, gücün ve servetin simgesi olmuştur. Oksitlenmeyen, parlak sarı rengini hiçbir doğal koşulda kaybetmeyen altın; kolayca işlenebilen bu soy metal mücevher tarihi ile özdeşleşmiştir.
Girit’teki Miken uygarlığının gelişmesiyle, süs eşyalarının bir ticaret malı haline gelmiştir. M.Ö. 16. yüzyılda Miken uygarlığı, bütün çevresine süs eşyası göndermesiyle bilinmektedir ve bu eşyaların birçoğunun altından yapıldığı söylenmektedir. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender’in fetihleri sayesinde Eski Yunan’a büyük miktarda altın akmıştır. Aynı dönemde Makedonya topraklarında da altın madenleri çıkarılmaya devam etmiştir. Aynı yüzyılın sonlarına doğru ilk defa olarak eski Yunan mücevherciliğinde altından başka, yarı değerli renkli taşların kullanılmaya başlandığı görülmüştür.
Mısır’dan ithal edilen zümrütlerle ve diğer renkli taşlarla ilk bilezik, kolye ve taçlar yapılmıştır. Doğu Akdeniz ülkelerinin 7. yüzyılın ortalarında Müslüman birliklerce fethedilmesinden sonra, yerel süsleme adetleri önceleri olduğu gibi kaldı. Küpeler, kolyeler, bilezikler ve yüzükler en sevilen aksesuar türleriydi. Takılar ve kuyumcu titizliği ile süslenmiş dini eşyalar üzerinde süs taşlarının büyüleyici ışıltıları ve her türlü süsleme motifi ile yapılmış bezemeler, Germenlerin sanatı bir süsleme aracı olarak gören naif anlayışını sergiler. Erken Ortaçağ Germen sanatının etkilendiği ve özellikle altın işlemeciliğinde tesirini gösteren diğer kaynaklar, Avrasya göçebelerinin stilize hayvan figürleri ve Bizans stilidir. 11. ve 12. yüzyıl orta çağ Avrupa’sında toplumun üst tabakalarında mücevher kullanımı çok yaygınlaşmıştır. O dönemden kalan resim ve betimlemelerde hem erkeklerin hem de kadın ve çocukların takılarla donatıldıklarını gösterir. Bu mücevherlerin çoğunluğu fonksiyonel parçalardır. Kemer, halka, broş, iri pelerin tokaları, korsaj bağı zincirleri gibi birçok takı ve aksesuar, doğrudan giyimle bağlantılıdır.
Bazılarının dinsel anlamı vardır, bazılarının uğur getirdiğine inanılır. 13. yüzyılın ikinci yarısı Avrupa’da feodal yapının çözüldüğü ve kent kültürünün yükseldiği dönemdir. Bu dönemde Gotik sanat üslubu ortaya çıkar. Küpe ve bilezikler kullanımdan kalkar; buna karşılık hem soylu hem de burjuva kesiminde taçlar ve diademler popüler olur. Zarif çiçek kompozisyonları ve boncuk dizileri görkemli baş süslerinin başlıca modelleridir. 15. Yüzyıl, bütün Avrupa’da mücevherciliğin hızlı bir gelişme gösterdiği dönemdir. Fransız, İtalyan, İspanyol ve İngiliz sarayları da bu sanatı desteklemişlerdir.
14. yüzyılın sonlarından itibaren, kadınların saçlarını altın ve diğer değerli taşlarla süsledikleri yaygın bir şekilde görülmektedir. Saça verilen gösterişli biçimleri daha dayanıklı kılmak için, altın tokalar, firketeler, inci ve diğer değerli taşlardan saç süsleri çok yaygın bir şekilde kullanılmıştır. 15. yüzyılda ise, tokalı iğne modası devam etmiştir. Bu çağda yapılan tablolarda, Meryem Ana’nın iğneyle tutturulmuş pelerinli resimleri görülmektedir. Rönesans döneminde İtalyan gravürcüleri taş oymacılığı konusunda ustaca eserler ortaya koymuşlardır. Bu tür oymacılık sanatının merkezi Milano olmuştur. Taşlar üzerine genellikle mitolojik öyküler kazınmıştır. Omuz üzerine yayılan ya da boyna takılan, taşlarla, incilerle bezeli, mineli altın zincirler, gerdanlıklar da Rönesans döneminin tipik takılarıdır. Birkaç parmağa birden takılan yüzükler her zaman taşlı olmuştur. Giysilerin üzerine dikilen mücevher düğmeler ve korsaj süsleri Rönesans takıları arasında önemli bir yeri vardır. Rönesans çağını izleyen stil akımı, barok tarzıyla beraber 17. yüzyıl içinde belirlenmiştir. Başlangıçta bu alanda İtalya daha sonra Fransa ön plana çıkmıştır. Bu dönemde Rönesans kavramlarının terk edildiği, yerini çiçek motiflerinin aldığı gözlemlenmektedir. 17. yüzyılda Avrupa’da elmas miktarı artmıştır. Aynı döneme paralel olarak elmaslarda da kesim teknikleri artmıştır. Böylece elmaslarda daha önceki örneklerine göre daha çok parlaklık sağlanmıştır.
17. Yüzyılda Faaliyet Gösteren Bir Mücevher Mağazası 17. yüzyıl ortaları monarşilerin güçlendiği, gösterişli törensel kıyafetlerin ve şaşalı bir saray yaşamının yükseldiği yıllar olarak bilinmektedir. Kadınlarda incili bir bant topuzu çevreliyor ve saçın iki yanını mücevher tokaları süslüyordu. Yaratıcı ve esprili modeller olan saç iğneleri yusufçuk, kelebek, tırtıl, salyangoz gibi böcekler; pırlanta ve renkli taşlarla bezenmiş çiçekler; ok ve yay gibi geniş bir repertuara sahiptir. Erkeklerin şapkaları kıymetli taşlar takılmış bantlar, inci sıraları ya da altın zincirlerle çevreleniyordu. Amerika’nın keşfinden sonra, 16. ve 17. yüzyıllarda, özellikle Meksika ve Kolombiya’daki madenlerden Avrupa’ya bol miktarda altın getirilmiştir. Daha sonra, 1847’de Birleşik Amerika’nın doğusunda bir rastlantı sonucu akarsularda bulunan altın, insanların California’ya akın etmesine sebep olmuştur. Bunu 1851’de Avustralya’daki maden ocaklarının bulunuşu izlemiştir. 1884’te ise Güney Afrika’daki ünlü Transvaal altın madenleri işletilmeye başlanmıştır.
18. yüzyılda Brezilya’da yeni elmas madenlerinin keşfi ile Avrupa’ya gelen elmas miktarlarının artması ağır elmas mücevherler yapımını sağladı. 18. yüzyılda üst sınıftan erkekler de eşleri gibi mücevherlere düşkündü. Şapka süsleri, saat zincirleri, elmas düğmeler, ayakkabı tokaları, kabzaları mücevherli kılıçlar, enfiye kutuları gibi erkek takı ve aksesuarları da kullanılmaya başlamıştır bu dönemde. 1795 yılında beş konsül yönetimi kuyumcu atölyelerinin yeniden açılmasına izin vermiştir. Ancak eski kraliyet dönemini hatırlatan barok üslup terk edilmiş, yerine Neo-Klasik üslup devrim ruhunun ifadesi olmuştur. Klasik Yunan stilinde altın zincirler, uzun damla küpeler o dönem çok moda olmuştur.
Tarihte ilk kez insanın doğadan koptuğu ve doğayı gerçek anlamda kirletmeye başladığı dönemde, 19. yüzyılın ilk sanat akımı olan Romantizm bir tepki hareketi olarak gelişti. Sanayi devrimi ile kuyumcu atölyelerinde yeni teknolojik aletler kullanılmaya başlamıştır. Aşk sembolleri ile ölüm veya yaşam temalarını işleyen romantik mücevherler, 1800’lü yıllarda hem kadınlar hem de erkekler tarafından kullanıldı. 19. yüzyılın başlarında topaz, krizopras, ametist, garnet, türkuaz gibi birçok taşın birlikte yerleştirildiği polikom mücevherleri de ‘taşların dili’ denilen simgesel bir tarz geliştirildi. 19. yüzyılda arkeolojinin bir bilim dalı olarak kabulü, eski yazılarının çözümlenmeye başlaması, yayınlanan kazı raporları ve buluntu katalogları, İlk Çağ sanatına dolayısıyla İlk Çağ takılarına entelektüel bir ilgi yarattı. Arkeolojik stil, Neo klasik üsluptan farklı olarak antik takı modellerini, günün imalat teknikleriyle ve moda çizgisine göre üretmiyor, doğrudan eski teknikleri kullanıp başarılı kopyalar yapmayı amaçlıyordu. 19. yüzyılda Avrupa’da göç, şehirleşme ve sanayi gibi etkilerin sonucunda yeni bir akım olan Art Nouveau ortaya çıkmıştır. Bu akımla ortaya çıkan takılardaki en tanınan figür, özgürlüğü simgeleyen çıplak veya yarı çıplak kadın figürleridir.
Ayrıca çeşitli böcekler ve yılanlar, egzotik bitkiler takılara konu olmuştur. Art Nouveau takılarının karakteristik özelliği tasarımın ön planda olmasıdır. İstenilen etkiyi sağlayabilmek için ucuz materyaller değerli madenler ve değerli taşlarla birlikte çekinilmeden kullanılmıştır.
20. yüzyılda 1. dünya savaşının etkisiyle Art Nouveau sanat akımı yerini Art Deco akımına bırakmıştır. Popüler olan düşük belli giysiler, uzun kolyeler ve sırtı süsleyen pendantlarla bütünlendi. Kolsuz elbiselerin uzun eldivenlerle giyilmesi geniş bilezik tasarımlarını gündeme getirdi. Bele bağlanan kuşaklar, şapkalar ve ayakkabılar dekoratif amaçlı klipslerle süslendi. Kısa kesilen saçlarla birlikte uzun sarkaçları olan küpeler ve süs tarakları moda olmuştur. I. Dünya Savaşı’nı takip eden çözümsüz döneme tepki olarak doğan ve 1920 ile 1930 yılları arasının hakim stili olan Art Deco’nun mücevherleri, egzotik derecede geometrik ve ağır yapıları, canlı ve zıt renkleri ile karakteristiktir.
1930’arın sonlarında daha yumuşak çizgileri ve daha zengin ifade biçimi ile Retro (geriye dönüş) stili yükseldi. Deco mücevherlerinin genellikle yassı, iki boyutlu parçalar olmasına karşın ilk dönem retro mücevherleri yontu kalitesinde, iki boyutlu parçalardı. Sıcak ve yumuşak görünümlü pembe, sarı ve beyaz altın alaşımları birçok parçada birlikte kullanıp sofistike etkiler yaratmıştır. 1940’lı yılların başlarında zirvede olan mücevher gurubu kokteyl takılardır. Art Deco stilinin bir uzantısı olan ama üç boyutlu figüratif etkileri ile Retro özellikleri yansıtan, kırmızı veya sarı altından yapılmış kokteyl takılarının en çarpıcı yanı sitrinler, akuamarin ve ametist taşlarının yanı sıra yakut ve safir gibi değerli taşların da başarılı kombinasyonlarda birleştirilmesidir.
1960’lı yıllar moda ve tekstil dünyasında önemli adımların atıldığı dönemdir. Takı tasarımı ve üretiminde buna paralel bir gelişim ve farklılık yaşanmıştır. Önceki dönemlere göre düşünce ve giyim olarak çok farklı olan kadın imajı ile bu imajı ön plana çıkartan medyanın etkilerinin birleşmesi takı kullanımı ve dolayısıyla üretimini geniş çapta artırmıştır. Takı üretiminin önemli bir sektöre dönüşmesi, takı tasarımı konusunda eğitim veren kuruluşların artması ve yeni çizgilerin teşvik edilmesine yol açmıştır. 1950’lerin Neo Rönesans’ın büyük sanatçıları olan Dali ve Broque’un, geleneksel sanat ve mücevher tasarımlarının uygulama sanatı arasındaki boşluğu kapatmaları 1960’ları da etkilemiştir.